Kamusal Alanda Dijital Sanat atölyesi için seçilen projeler belli oldu
amberPlatform, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (Etüd ve Projeler Dairesi Başkanlığı) ve İstanbul Planlama Ajansı işbirliği ile amberPlatfom yürütücülüğünde amberİnteraktif proje geliştirme atölyesi Kamusal Alanda Dijital Sanat projeleri önerilerinizi değerlendirdi. Değerlendirme sonucunda atölyeye katılacak 8 proje belirlendi.
Başvuran proje fikirleri arasından seçilenler proje sahipleri tarafından 1 Eylül 2022 İPA Kampüs’te kamuya açık ön çalışmada sunulacak, ilgilenenlerin katılımıyla Kampüs’te gerçekleşecek amberİnteraktif proje geliştirme atölyesi süresince projeler prototip aşamasına getirilecek ve kamusal alanda öngörülen noktalara yerleştirilerek 24 eylül 2022 itibari ile İstanbulluların deneyimine sunulacak.
Proje ekiplerine katılmak ve sürece dahil olmak isteyenleri 1 Eylülde İPA Kampüs’e proje sunumlarına bekliyoruz. Etkinlik için kayıt: https://kampus.ipa.istanbul/
Zamanlama
Sson başvuru: 15 Ağustos 2022 – 24:00
Soru-cevap süresi: 31 Temmuz 2022 info@amberplatform.org
Seçilen projelerin duyurulması: 22 Ağustos 2022
Proje sunumları: 1 Eylül Haziran 2022*
Proje geliştirme atölyesi: 2-23 Eylül 2022**
Sergileme başlangıcı: 24 Eylül 2022
Sessiz Çevre
Aslı Balâ Aşkan
Ses çevre (Soundscape), belirlenmiş bir alanın ses profilini tanımlayan bir terimdir. Büyükşehirlerin sakinlerine sunduğu ses çevre ise gerek yüksek nüfus, gerek bu nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuş altyapılar, ve nüfusun gerek çevresiyle, gerek kendi içindeki etkileşimini ses düzleminde sunar. Şehir içinde, merkezi yerlerin altyapısını ayrı bir şekilde gözlemlediğimizde, iki farklı çevrenin kesişiminde yaşadığımızı fark edebiliriz. Rahat ile aynı anda ‘erişilebilirliği’ sağlamak adına yapılan göremediğimiz altyapılar, bize duyamadığımız alanlar da sağlar. Her ne kadar ‘ses’ olarak adlandırılmamış olsa da, elektromanyetik alan üreten anten, elektrik şebekesi, baz istasyonu, sinyal alıcı/verici gibi elektrik temelli kaynaklar bize duyamadığımız, fakat duyulabilir hale getirebileceğimiz bir ses alanı sunmaktadır. Bu duyamadığımız katmanın, biz şehir sakinlerinin fikri ya da izni alınmadan olan yapılaşmanın sembolik boyutta bir karşılığı olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar şehirlerdeki yeniden yapılaşma süreçleri dışarı ‘gürültü’ ya da ‘ses kirliliği’ olarak yansıyorsa da, yapım süreçlerinin ardından sabit olarak getirdikleri ‘duyulamayan’ seslerin de tam olarak varlığını farketmediğimiz başka bir alan işgalini temsil ettiğini düşünüyorum. Bu sebeple de ses kirliliğinin kaynağı olarak gördüğümüz yapıların, sadece insan duyum seviyesinde değil daha ötesinde de kalıcı bir iz bıraktığını gösterme amaçlı yapılmış bir projedir. Alan-işgal-ses üçgeninde incelediğim bu konunun sergi alanında deneyimlenmesini de ‘aktif’ ve ‘pasif’ katılımcı olarak ayırma sebebim bu alanların etken/edilgen öğelerini incelemek ve katılımcıya da bir farkındalık kazandırmak. ‘Sessiz çevre’, bu bahsedilen değişikliklere maruz kalırken ya da bu değişiklikleri yaratırken kalıcı/geçici etkilerini gözlemlemek için tasarlanmış bir oyuncaktır.
Seyyar Video Projeksiyon
Lima Najjar ve Doç. Dr. Fatma Ayçim Türer Başkaya
Haliç’in kıyıdaki değeri bilinmeyen kamusal açık alanlar için hızlı tempolu yaratıcı bir çözüm sunmaya yönelik bir projedir. Haliç tarihi ve ekonomik öneme sahiptir. Sosyo-ekonomik dinamikler ve tarihsel ve çağdaş dönüşümler, değeri düşük halka açık alanların varlığına yol açtı. Üç tekerlekli bisiklet projeksiyon haritalaması diğer ülkelerde uygulanmaktadır ancak önerilen bu projede bu uygulama, değeri düşük halka açık alanları yeniden canlandırmak için yeni bir şekilde kullanılacaktır. Türkiye’de ilk olacaktır.
Boğaz’ın İki Yakası
İlker Ergün, Mehmet Can Engül
“Boğaz’ın İki Yakası” projesi, İstanbul’un iki yakasını birbirine bağlayan vapurları dijital tiyatro mekanlarına dönüştürmek için tasarlanmış hibrit bir sanat projesidir. “Vapur” ve “İskele” mekanlarına özel tasarlanacak olan bu proje, dijital olanakları kullanarak kamusal mekanları birer dijital sanat alanına dönüştürmeyi ve dijital sanatı geniş kitlelere ulaştırmayı amaçlar. Oluşturulacak deneyim için PAINTelling formunun kullanılması hedeflenmektedir. PAINTelling, resim ve tiyatro sanatlarını bir arada düşünen yeni bir dijital form olarak tanımlanmıştır. Bu formda resimde görülen sahne, bir olayın son ânı olarak hayal edilir ve “Bu tabloda gerçekleşen olay nedir?” sorusuna cevap oluşturacak bir hikaye tasarlanır. Tabloda yer alan karakterlerin gözünden hikayenin bu sona doğru nasıl geliştiğini anlatan farklı ses tiyatrosu oyunları üretilir. Seyirci, karakterlerin perspektifinden oluşturulan oyunları dinleyerek hikayenin onların gözünden nasıl geliştiğine şahit olmaktadır. “Boğaz’ın İki Yakası” projesi, PAINTelling formunu sadece dijital mecrada üretilen bir deneyim olmaktan çıkarıp fiziksel mekan için tasarlanmış hibrit bir forma taşıyacaktır. Bunun için, Beşiktaş- Kadıköy arasında gerçekleşen bir vapur seferi süresince deneyimlenmek üzere farklı dünya görüşlerine sahip iki yolcunun vapurdaki karşılaşmasını konu edinen yeni bir dijital tiyatro eseri tasarlanacaktır. Örneğin, Kadıköy’e yolculuk etme amacıyla Beşiktaş İskelesi’nde bekleyen yolcuları bir dijital sanat eseri karşılayacak. Kurgulanacak hikayenin can alıcı bir anını yansıtan bu resme iliştirilmiş QR kod yardımıyla yolcular, eseri telefonlarına aktarıp vapur seyahatleri boyunca resimde yer alan karakterlerden bir tanesinin gözünden canlandırılan oyunu dinleyecektir. Kadıköy iskelesine indiklerinde ise onları iskelede karşılayacak aynı resmin üzerindeki kodu okutup bu sefer kurgulanan hikayeyi diğer karakterden dinleyerek hikayeyi tamamlayacaklardır. Bu projenin üç temel araştırma noktası vardır: 1)Görsel imge ve sese dayalı bir dijital eserde hikayenin geçtiği mekan ile katılımcının olduğu mekanı ortaklaştırarak kapsayıcı (immersive) bir deneyim oluşturmanın olanakları araştırılacaktır, 2)Dijital performanslarda merkeziyeti azalan dramatik metin yazımını içeren kapsayıcı bir deneyim oluşturmanın yolları aranacaktır, 3)Farklı perspektifler ve karşılaşma kavramlarını karakterlerin temsil edeceği toplumsal değerler ve önyargılar üzerinden vapur yolcularına tartıştırmak ve “diğer yakada” duran insanların hikayelerini dinleyerek toplumsal önyargılarla hesaplaşmaya davet edileceklerdir. Karşı yaka metaforu genel anlamıyla farklılıkların öne çıkarıldığı kutuplaştırıcı bir anlayıştan özgürleşip farklı kimlikleri birbirine bağlayan “vapur” ve “iskele” mekanlarından alınan ilhamla demokratik çoğulcu bir anlatının izi sürülecektir. Böylelikle, Beşiktaş/Kadıköy iskelelerinde karşıya geçmek için bekleyen yolcular öteki’nin sesini dinleyerek zenginleşmeyi vadeden bir yolculuğa çağırılacaklardır.
Boşluk Senfonisi
Zeynep Abacı
Marcel Duschamp, müziğin zamansal değil, tıpkı plastik sanatlar gibi mekansal bir sanat olduğundan bahseder ve ekler; “Sesler farklı kaynaklardan, farklı şekillerde gelir ve bu şekiller bir heykel görünümü oluşturur.” Heykel görünümü bir mekansallık yaratır ve mekanı yaratan başlıca faktör boşluğun ta kendisidir. Marcel Duschamp’ın Musical Sculpture yorumundan yola çıkan bu proje, İstanbul şehrinin seslerinin görselleştirilmesi olayına dayanır. Şehrin tüm seslerinin bilgisayar ortamında grafik görüntüler sunacak şekilde tanımlanmasıyla oluşturulacak sahnelerde ses, boşluk ve görüntü kavramlarından yola çıkarak şehrin sesi, şehrin sesinin görüntüsü ve son olarak da bu seslerin oluşturduğu bütüncül bir yapı (grafik görüntülerin üst üste bindirilmesi) ortaya çıkarmak amaçlanır. Meydana gelen görsel formlarla plastik anlamda bir ses heykelinin oluşturulması hedeflenmektedir. İlk sahne trompet çalan bir figürle başlar. Trompetin güçlü ve uyarıcı sesi izleyiciyi başlamakta olan kaosun içine doğru sürükler. Trompete karışan şehre ait seslerin (Trafik, Korna, Kargalar, Martılar, Hızlı Adımlar, Bağıran Adamlar, Kadınlar, Metro Anonsları, Otoparkçılar…) her biri fonetik çalışmalarda kullanılan Wave Surfer adlı bilgisayar programıyla grafik olarak görselleştirilmiş ve bu görsellerden oluşan kolajlarla videonun sonuna doğru bir bütünsellik oluşturmak amaçlanmıştır. Şehrin çıkardığı seslerden oluşan heykel düşüncesi iki boyutlu düzlemde dijital olarak verilirken, seslerin grafik görüntülerinden oluşan enstalasyon fikriyle hem videoya atıfta bulunmak hem de gerçekleştirmek istenilen Musical Sculpture yorumuna yaklaşmak hedeflenmektedir.
Yok Yerler
özgün şahin
Kent yaşamındaki “yer-ötesi” mekânlar üzerine bir inceleme niteliği taşıyan çalışma, insanın özneden nesneye dönüşümünü merkezine alır. Gündelik yaşamın ortak alanlarındaki herhangi bir hareketli geçiş anının, çoklu gösterildiği videoda hareketliğinin esas kaynağı ve yönü okunaksız bir tekrara dönüşür. Bu tekrar, görüntüleri; kayıp ve amaçsız şekilde sıradanlaşan figürler aracılığıyla muğlaklaştırır. Modern kent yaşamının tipolojisini dökümanter bir yaklaşımla inceleyen video, zaman-birey-mekân ilişkisinin kaygan zeminini; görüntülerin bir türlü frekansını bulamayarak “karıncalanma” etkisi yarattığı kitle iletişim cihazlarının görsel alanına taşır.
Bahçedeki Gölgem
İpek Kay, Ufuk Aydın, Yaren Aslan
Günümüzde çocukların bilgi edinme deneyimleri, yeni düşünceleri keşfetme, ifade etme ve paylaşma yöntemleri gelişen yeni araç ve medya ortamında yetişkinlerin çocukluklarından, büyüdükleri yollardan hızla farklılaşıyor. Gündelik hayatın büyük bir parçasına dönüşen dijital ortamlar potansiyelleriyle birlikte çocukların çeşitli çevrimiçi ve çevrimdışı risklerle karşı karşıya kalmalarına neden olabilmektedir. Dijital dünyada çocuk haklarının BM tarafından kabul edilmesiyle birikte, çocukların haklarına dair bilgilendirilmelerini ve kendi seslerini duyarabilecekleri ortamların gelişmesini sağlamak önem kazanmıştır. Çocukların kendilerini ifade edebilecekleri güvenli bir dijital dünyayı oluşturabilmek için çevrimiçi ortamda çocukların mahremiyetinin ve kimliklerinin korunması öncelikli konulardan birisidir. Bahçedeki Gölgem ile çocuklara ve yetişkinlere hareket ve mekân etkileşimiyle, fiziksel ve dijital ortam arasında bir köprü oluşturarak teknoloji temelli bir sanat deneyimi sunulması amaçlanmıştır. Çocuklar fiziksel ortamda renkli nesnelerle (kuklalarla) birlikte serbestçe hareket ederek, güvenli bir dijital dünya için kişisel verilerinin korunmasına işaret eden örüntüleri ortaya çıkarıp kuklalarla dijital ortamda oluşturdukları silüetlerle bahçenin içinde bir yolculuğa çıkacaklar. Kukla çocukların kişisel duygu ve düşüncelerini yansıtabilmelerini destekleyen, farkındalıklarının gelişmesine yardımcı olan, günlük yaşamda karşılaştıkları çeşitli sorunların çözümü konusunda dolaylı bilgiler edinmesini sağlayan anlatım biçimlerindendir. Bir yandan da farklı jenerasyonların geçmiş anılarını çağırarak, yetişkin ve çocukları bir araya getirebilecek ve aralarındaki bağın kuvvetlenmesine yardımcı olabilecek bir deneyim alanı sunabilir. Oldenburg’un (1999) The Great Good Place kitabında tarif ettiği thirdplace’e dönüşebilme potansiyeli de taşımaktadır. Etkileşim süresince çocukların anonimleşerek oluşturdukları üretimlerin dijital ortamda oluşturulacak bir paylaşım ortamına kaydedilerek farklı kişiler tarafından da bu konunun ele alınması için başlatıcı bir alan oluşturması amaçlanmıştır. Özellikle çocukları mekanı ve nesneleri yaratıcı bir şekilde kullanmaya ve diğer çocuklarla birlikte düşünmeye ve üretmeye davet edecek etkileşimli yerleştirme ile çocukların ve yetişkinlerin hikaye anlatımına etkin olarak katılabilecekleri, silüetlerini dönüştürerek dijital ortamda kişisel verilerinin kullanımına yönelik farkındalık kazanabilecekleri, anonimleşerek birlikte üretimlerini desteklen dinamik bir yapı kurulması hedeflenmiştir.
Sahipsiz Manzaralar
Tuğrul Veli Şalcı
Sahipsiz Manzaralar gürültü algoritmaları kullanılarak üretilmiş bir jeneratif sanat serisidir. Bu monokrom, soyut manzaralar, Çin’de Yuan Hanedanı döneminde gelişmiş olan “zihin manzarası (mind landscape)” kavramından esinlenir. Bu klasik Çin geleneğinde soyut manzaralar sanatçının kalbinin ve zihninin birer aynasıdır; görünür dünya ile hiçbir bağlantıları yoktur. Jeneratif olarak üretilmiş manzaralar da aynı niyetle, fakat güncel kompütasyonel teknikler kullanılarak; rasgelelik ile meydana getirilmişlerdir. Arayış, zihnin imge ve çağrışımların kaosundan uzak kalabileceği bir yere doğrudur. Sahipsiz Manzaralar’ın sade, belirsiz dağ formları, Tang Hanedanı döneminde keşfedilen ve mürekkeple yapılan bir resim tekniği olan shui mo hua’dan etkilenir. Doğu Asya felsefesinin mürekkep ve yıkama estetiğinde amaç, nesnenin dış görünümünün bir kopyasını çıkarmak değil, onun ruhunu yakalamaktır. Benzer şekilde bu seri, insan algısının vazgeçilmez unsurları olan ışık ve hareketin değişken özelliklerinin tasvirine yaptığı vurgu bakımından sonraki Batılı sanat akımlarından, özellikle İzlenimcilik’ten izler taşır. Bu çalışmada insan perspektifinden algılanan yücelik hissi, dağlar ve yeryüzünün hareketi ve geçiciliği ile sentezlenir. Mürekkep resmi ayrıca Budizm’in sadelik, kendiliğindenlik ve öz-ifadeyi vurgulayan Chân veya Zen kolları ile de ilişkilendirilir. Unclaimed Landscapes’de dağlar anlık hesaplanan rasgele sayılarla oluşturulur. Bu teknik kendiliğindenlik prensibini , kendini veri yapıları ve iz sürme algoritmalarının karşısına konumlandıran anlık kompütasyonel hafızaya dayalı kompozisyonlar yaratarak dijital düzlemde yeniden yorumlar. Bir başka deyişle zihnin gözlenmekten ve açık edilmekten kurtulup dinlenebileceği sanal bir ortam yaratır. Mürekkep resimleri büyük oranda boş alan içerir ve asimetriktir. Bu, Tang Hanedanı’nın düşmesinin ardından dağlara çekilen Çinli şair ve ressamların kaostan uzak bir alana duydukları ihtiyacı yansıtır. Bir zamanlar, kaos ve savaşın hüküm sürdüğü bir gerçeklikte insanlar hâlâ doğada teselli bulabiliyordu. Unclaimed Landscapes günümüzün sınırları aşınmış büyük bağlantısallığının ötesinde bir alan arayışıdır. Zihnin savaşından; gözetlenme ve toplumsal sürgünden uzak bir inzivadır.
Yapay Zekanın Gözünden İstanbul
Kent sosyolojisi 19. Yüzyıldan beri kent yaşamının toplumsal yaşamı nasıl etkilediğini incelemekte. Kentler organik bir yapı gibi birçok koşula bağlı olarak değişmektedir. Bizim tasarladığımız şehirler bizi de değiştirir hale gelmekte, kentlerdeki değişim içinde yaşayan toplumu da etkileyerek insanların toplumsal davranışlarını değiştirmektedir. Günümüzde ise modern kentlerde yaşayan çağdaş insan, kent yaşamının kendisini ittiği bir bilinçsizlik ve sürüklenme biçiminde hayatını yaşamaktadır. Neoliberal politikalar etkisinde insan kavramını es geçerek planlanan kentlerin bize dayattığı bu telaşlı yaşam biçimi, artık acelemiz olmadığı zamanlarda bile bir yetişememe duygusu içinde hareket etme dürtüsü uyandırmaktadır. Bu olguyu şehrin yoğun olduğu noktalardan birisine giderek ve çevremizdeki insanların çevresi ile etkileşimlerine bakarak görebiliriz. Örneğin hazırlık senemde her gün İTÜ Maçka kampüsüne giden öğrencilere, Nişantaşı’ndaki tarihi apartmanlardaki ince detayları gösterdiğimde her gün geçtiği yerlere bir kere bile dikkatli bakmamış olduklarını fark etmiştim. Şehrin bize dayattığı bu hızlı yaşam biçimi, enformasyon çağında bilgi bombardımanıyla karşılaşan insanda bilinç düzeyinin azalması ile etkisini arttırmaktadır. Şehirde yürümek sadece zorunlu bir yerden bir yere transfer amacını gerçekleştirmektedir. Bu sebeple şehirlerin bize sunması gereken, canlı ve cansız varlıklar ile etkileşim ve bu etkileşimden doğan gelişme sınırlı kalmakta. İnsanlara bir yerden bir yere koşarken, bu koşuşturmaya bir anlık ara vermelerini sağlayıp o ana odaklanmalarını, o etrafındaki manzaraya dikkat kesilmelerini, şehrin kendisi ile etkileşime girmelerini ve düşünmelerini sağlayabilir miyiz? Aslında bu sanat projesinin fikri bu sorudan ortaya çıktı. Projedeki ana fikir, insanlara kamusal bir alanda, o anın manzarasını geçmişin bir ressamı nasıl görürdü fikrini yapay zekâ metotlarıyla göstermek. Kamusal alanda, o anın manzarasını farklı bir biçimde, beklemediği bir şekilde gören insan, o şahit olduğu manzaraya sadece geçilecek bir yer olarak değil, incelenecek, üzerine düşünülecek bir sahne olarak bakacaktır. Belki defalarca önünden geçtiği bu manzaraya hiç bakmadan geçtiğini fark eden insan, koşuşturma içinde bir yerden bir yere yuvarlanarak geçirdiği günlerinde, hayata ve çevresine hiç odaklanmadığını fark edecek ve bu metropolün onda oluşturduğu bu bilinçsiz sürüklenme şeklindeki hayat biçimini düşünecektir. Eser izleyici ile kent arasında bir etkileşim yaratacak, kamusal alan ile etkileşime giren insan kamusal alanın sahipliğini fark edecektir. Bu noktada hayatın normal akışında insanı kamusal alan ile etkileşimden koparan ekranlar, bu eser ile kamusal alan ile tekrar etkileşim yaratmak için kullanılacaktır. Orada izlediği o an, ayrıca empresyonist bir resim gibi, günün sadece kısa bir anına özel ve sadece o an orada bulunanlar tarafından deneyimlenen, zamana ve şehrin kendisine göre değişen bir sanat eseri olacaktır.